Makale: Stefanos Yerasimos
Cevdet Paşa bir aydınlanmacı, yani Osmanlı aydınlanmacısıdır. Osmanlı imparatorluğu’nu geleneklerini, özellikle de dinsel geleneklerini muhafaza ederek modernleştirecek kapasitedeki o aydın despotizmine inananlardandır. Reformizmi İslam yasalarını düzene sokma girişiminde bulunmasına kadar varır; bu devasa ama boşuna bir girişimdir, çünkü bir süre sonra Türkiye bu yasaların yerine İsviçre Medeni Kanunu’nu koyacaktır. Bununla birlikte başta gelen yapıtı 1854 ile 1891 arasında on iki cilt halinde yazılmış ve 1774’ten 1826’ya kadar olan zaman dilimini kapsayan Tarih’ dir. Büyük Osmanlı vakanüvislerinin sondan bir evvelkisi olan Cevdet Paşa, olayları yıl yıl anlatarak geleneksel yapıya sadık kalmakla birlikte, her fırsattan yararlanıp konu dışına uzun kaçamaklar yapar, bitmez tükenmez tarihi vakalar ve İbn Haldun’dan veya Michelet’den, Taine’den veya Montesquieu’den esinlenerek Fransız devriminin sebepleri ya da toplumsal sınıfların gelişimi gibi Osmanlı vakanüvisliğine yabancı konuları ele almaktan çekinmez.
Nitekim 1785 Eylülünde meydana gelen olayları anlatırken “Soğucak muhafızlığı ve Anapa banisi olan Ferah Ali Paşa’nın vefatı haberi evâil-i Zilhic- ce’de (1199)
Deısaadet’e vârid olmağla Soğucak muhafızı ve Ankara sancağı ber veclı-i te’bid Aca- ıalı Ali Paşa uhdesine tevcih kılındı” diye belirtir. Bu cümleden yola çıkarak yüz sayfa kadar süren uzun bir konu dışı gezinti yapıp bize Ferah Ali Pa-
Alexandre Toumaıkine’e özen ve çabalarından, Jean-Louis Bacqué-Grammont’a da Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi’nin Kafkaslarla ilgili yayımlanmamış pasajlarının transkripsiyon-larından yararlanmama olanak verdikleri için teşekkür ederim.
Paşa’nın inanılmaz macerasını ve Çerkezleri keşfetmesini anlatır. İyi bir tarihçi olan Cevdet Paşa bu bilgileri paşanın kâtibi olan Mehmed Haşim Efendi tarafından kaleme alınmış ve kendisinin yetmiş yıl sonra imparatorluğun en büyük müftülerinden birinin kitaplığında bulduğu bir risaleden edindiğini belirtir. Bu risaleye kendisi de bazı coğrafya yapıtlarından ve Çerkez ülkesi uzmanlarından alınmış kimi bilgileri eklemiştir.
“Çerkesistan iki üç yüz yıldan beıü eğeıçe Devlet-i Aliyye yedinde idi” diye başlar Cevdet Paşa: “Lâkin Kırımın mülhakatından add olun- mağla ne Devlet-i Aliyye Çer- keslerin halini biliir ve ne de anlar doğrıdan doğrıya Dev- let-i Aliyyeyi tanur idi. Hanân ve Selâtin-i Cengizziye çocuklarını kabâil içinde terbiye it- dirmek mu’tâdları olmağın Çerkesistan Kırım hanlarının çiftliği mesabesinde tutulub kabâil beğleri dahi anların atalıkları yani süt babaları olmak sebebiyle Tatarlar ile amiziş ve ülfet idiib anlardan başkasıyla ihtilâfları olmadığından üzerlerine taraf-ı Dev- let-i Aliyyeden zabt ve vali nasb olunmadığından din ve devleti tanımaz ve belki rû-yi arzda Tatarlar’dan başka adam olduğunu bilmezler idi.” (s. l6l)
Böylece “Canikli Hacı Ali Paşa Kırım cânibi seraskeri nasb olıınub doksan tarihinde Kapudan-ı Derya Gazi Haşan Paşa ile beraber ol havaliye giderek Soğucak limanına vaz’-ı lenger itdikten sonra Soğucak kalası pişgâhına ordu kurub sefaine su almak bahanesiyle birkaç gün aram ve ikametle sefaya dalmak fikrinde iken cibâl-i Çerâkise’nin Çup- sıın tabir olunan tarafından şenlik toplarının sada- sını işiden Narçu Mehmed Giray ve Hajun ve Hâç- râk ve Hapâk nam beğler ve Afraspa ve Tuka ne neferâtıyla süvar olarak ordu kenarına gelmişler? İşte kabâil-i Çerâkise’nin en ibtidâ Devlet-i Aliyye askerini ve ordu şeklini gördükleri bu defa vuku bulmuşdur.” (s.161-162)
“Kabâil-i Çerâkise böyle görmedikleri eşkâl kıyafetleri birden bire görüb hayme ve har-gâhın eşkâline ve orduda bulunan sipâhın ahvaline nazaran türlü hayâlâtaKafkasya’daki Gebi’de (bugünki. Gürcistan dalıilinde) bir grup köylü, D. w. Feshfield, The Exploration of the Caucaus, Loııcira-New York, 1896 dalarak hayran olmuşlardır. Şöyle ki mecmu’ kabile halkının libasına vâki kumaş-ı kirbâsı birbirine diküb ve hane şekline koyub içine girmişler ve bir torba derununa vâfir penbe vaz’ ile üzerine iki gömleklik bezi bağlayub başlarına bâr itmişler ve iki âdeme vâki libası israf ile bol ve uzun kaftan kesdiriib bir âdeme giydirmişler. Ve kürklerinin bahasından ziyade zağra (?) ve yakasına akça harç eylemişler ve on âdeme taksim olunabilecek tütün çubuğunu bir âdem zabt idiib başına bir esir bahası ider kehrübâ ve sim ve zer ile ziynet virmişler. Ve birkaç at takımı olabilecek kadar sahtiyânı israf idiib çizme di- yü ayaklarına giymişler diyü zihinlerinde tahayyül idiib ve sair bunun gibi medeniyetin ve şehıiliğin lüzum ve teferruatından olarak kabâil halkının görmediği ve işitmediği ve hatırlarına getirtmediği teklifât ve tecemmiilâtı görüb müt
Kafkasya’daki Gebi’de (bugünki Gürcistan dahilinde) bir grup köylü hüsn-i suret ve endamları müsellem ise de üzerle- öküz bahasına fünıht itmişler. Ordu halkı uyanıb rinde muhteşem libas olmadığından fakir zannıyle cengâver yiğitler ve yola sığmıyan nice âdemler ile yoğurt ve yumurta getiirmek içün akça virdikleıin- çadır ve çerkaları bir haylisi nâbııd olduğunu gölden akçayı ellerine alub vâfir temâşâdan sonra düklerinde keyfiyet-i zâbitânın malumı olıcak ke- ıedd ile zemine bırağur ve lisanları üzere (ne ye- mâl-ı ta’acciib ve istiğrab ile mahall-i mezkûrdan şâr) yani ne işe yarar bunlar bir parça madenclen hareket ile kararı karara tebdil eyledikleri rivayet-i ibaıetdir diyü itibar itmezler imiş ve çiinki kendü- sahihe ile menkuldur.” (s. 162-163) leri sebükbâr ve sebükser olub ordu halkı ise …
Bu metnin bizde uyandırdığı şaşkınlık Çerkezle- cemmülâta müstağrak olduğundan kaçub koğmak için uyandırdığından aşağı kalmaz. Çerkezler ilkçağda bi-mecâl ve kendüleıine nisbetle firar ve necât- dan beri aynı yerde, yani Karadeniz’in kuzeydoğuları mahal olduğunu teyakkun itmeleriyle hemân ol sundaki kıyılarda ve iç kısımlarda yaşamışlardır. Bi- gice saat ikide derun-ı orduda olan âdemlerden vâ- zanslıların ve OsmanlIların başkenti olan İstanbul filin başlarına tulum geçirüb
sessizce esir ve çadır- ile Soğucak arasındaki mesafe, yelkenliyle, sakin lardan vâfirini ordu halkının üzerinden ahz ve sir- havada beş gün sürer. Osmanlılar bu bölgeye kat idüb gitmişler ve (menem diğer nîst) zu’mun- 1474’te kendilerine bağlanmış olan Kırım Hanlığı dan olan nice bahadırları cibâl-ı mezkûıede birer vasıtasıyla sahip olduklarını, fethettikleri yerlerde îslamı yaydıklarını söylerler ve bundan üç yüzyıl sonra Osmanlılarla Çerkezlerin ilk defa olarak karşılaşmaları bir concjuistadot’un Yenidiinya’ya ayak basması veya Cook’un Polinezya’ya yaptığı araştırma gezileri havasında anlatılır.
Burada önemli olan anlatının gerçeklere uygun olması değil, aynı zamanda modern vakanüvisliğin başlatıcısı olan bir 19. yüzyıl Osmanlı tarihçisinin, olayları yaşamış bir kişinin naklettiklerine dayanarak olup bitenleri nasıl anlattığıdır. Anlaüsının şaşırtıcı olduğunun bilincinde olan Cevdet Paşa hemen izahatta bulunmaya başlar: “Çerkesistan memâlik-i Devlet-i Aliyyenin bir büyük parçası olduğu halde bu kadar senelerden berü ahalisinin halini bilmemesi ve arayub sormaması bir emr-i acîb görünür ise de çünkü Devlet-i Aliyye vaktiyle birden bire az vakit zarfında tevessü’ itmiş olduğundan memâlik-i ftishatü’l-mesâlikinin her kûşesini teftiş ve tefahhusa ibtidâları vakt olmayub kuvve-i nıev- cûdesi derece-i kifâyede olmak hasebiyle ihtiyacı dahi olmadığından ve sonraları kûşelerini teftiş ide- memiş idi. Vaktâ ki seksen iki seferinde vuku’a gelen hâlât-ı müdhişe bu misillü dakayık-ı mülkiyeye sarf-ı efkâr itmenin lüzum-ı hakiki ve ihtiyâc-ı sahihini Devlet-i Aliyyeye hissetdiıdi ise buralara sarf-ı efkâr olunmağa başladı.” (s. 163) Görüldüğü gibi, Osmanlıyı Çeıkezleri keşfetmeye iten neden Kafkasların Rusya tarafından fethedileceği kaygısıdır.
Cevdet Paşa tarafından daha sonra anlatılan olaylar ilk izlenimlerimizi doğrulamaktadır. Kırım’ın Ruslar tarafından alınmasından sonra, Osmanlılar için Çeıkezleıden yararlanarak Karadeniz’in kuzeybatı kıyısında yeni üsler oluşturmak kesin bir zo- runluluk olmuştur. 1778’den beri incelenen bu olanak 1781’de yeniden gündeme gelir. “Keyfiyet bey- ne’l-vükelâ tezekkür ve dermeyân olundukda fi’lvâki Çerakise kabâilinde gayr-i ez-pir ü sabi seksen bin başı taslı ve âhen-puş harb ü darba yarar bahadırân mevcud olub ancak ber-minval-i muharrer bunlar dağî ve vahşî âdemler oldukları halde Devlet-i Aliyyeyi tanımaz ve hüsniyât-ı din-i İslamı bilmez bir halk olmağın el-haletü hazihi viizerâ ve mir-i mirân ve ümerâ ve zu’amâ ve ekâbirden Yeni Dünya mesâbesinde olan işbu cibâl-i hatar-nâka gidiib de püşt-pâ uracak ve bu akvâm-ı acibeyi te- dabir-i garibe ile Devlet-i Aliyyeye bend ve teshir idebilecek kimler vardır.” (s. 163)
Bu sözleri unutmayalım! Cevdet Paşa için Çerkez ülkesi Osmanlıların Yenidünya’sıdır ve anlatıda Amerika’daki ilk fetih ilişkilerinden esinlenme vardır. Bundan sonrası da, doğruluğuna gölge düşürmemekle birlikte, aynı havada devam eder, üstelik tarihçimizin seferin görgü tanığı olan Haşim Efendi’nin anlattıklarına sadık kaldığı da anlaşılmaktadır.
İhtiyar bir kâtip, Bulgaristan’da Şumen önlerinde kurduğu tahkimatla Rusların İstanbul’a doğru inmelerini durdurduktan sonra bu işin şanını komutan paşaya bırakıp kendisi başkent yakınında bir kazanın yönetimini üstlenecek kadar güçlü ve tanınmamış bir kahramanın varlığını hatırlatarak Divan-ı Hümayunu içinde bulunduğu kararsızlıktan kurtaracaktır. Gürcü kökenli ve bir tarikat mensubu olan bu kişinin adı Ferah Ali Paşa’ydi; ferah lakabı neşeli, açık fikirli anlamında kullanılıyordu.
Bunun üzerine Ferah Ali Paşa İstanbul’a çağrılmış ve seferin planı onun direktifleri doğnıltusun- da hazırlanmıştır. Ferah Ali Paşa ve adamları bir kalyonla giderlerken yanlarına barakalar kurmak için kereste, çivi, tuğla ve kiremit, ayrıca gereksinimlerini karşılamak için tuz ve un, Çerkezlere tarımı öğretecekleri umuduyla bir miktar buğday tohumu, ok ve yaylar, süslü tüfekler, yerlilere hediye etmek üzere basma kumaş, deri, yüksük, dikiş iğnesi, tarak ve cep aynaları alırlar.
Kalyon Soğucak önlerine 1782 Nisanın ortala-rında vardı, ama gemiden yapılan top atışlarına kaleden yanıt verilmeyince herkes şaşkınlık içersinde kaldı. Ali Paşa karaya birkaç kişi çıkarttırarak bunlar vasıtasıyla acı gerçeği öğrendi: İmparatorluk erzak ya da para yollamadığı için kaleyi savunmakla görevli onlarca kişi açlıktan ölmüşler, sadece bir asker karısının ölenlerin evlerinden boş un çuvallarını toplayıp suya batırarak elde ettiği unlu karışımla birkaç gün daha hayatta kalmasını sağlayacak bir tür yağsız çorba yaparak onu beslemesi sayesinde son dakikada kurtarılabilmişü. Bunu haber alan Ali Paşa adamlarından bu olayı saklamalarını ister ve ötekilerin karaya çıkmalarım yasaklar. İlk çıkmış olan takım kaleye geri dönerek, sefere katı- lanlaıda her şeyin yolunda gittiği izlenimini uyandırmak için birkaç el top atışı yapar ve hayatta kalmış olan çifti de özenle besler. Yapılan top atışları akşama doğru çevredeki birkaç Çerkez’in dikkatini çeker ve karanlıktan ve kalabalıktan yararlanılarak karaya çıkma emri verilir.
Gece Ali Paşa nasıl bir politika izleyeceğini belirlemek için, kendisi için değerli bir bilgi kaynağı olan sağ kalmış son kişiyle görüşür. Her şeyden önce, başta Ali Paşa’nın kendisi için olmak üzere, çevredeki bir Çerkez kabilesi olan Şapsug’lardan kadın alınacak, bu münasebetle kayınpederler şeref payeleriyle donatılacak, ailelere de bol miktarda hediye verilecekti. İkinci olarak, herkesin önünde gösteri yapmaktan hiçbir şekilde çekinilmeyecek ve -mümkün olursa- topluca dua okumak, bir ağızdan Kuran okumak gibi dinsel gösteriler yapılarak yerliler dinin debdebesiyle etkileneceklerdi. Son olarak da, meydana geleceği kuşkusuz olan adam kaçırmalar karşısında soğukkanlılık yitirilme- yecek, istenilen fidye tartışmasız verilecek ve adam kaçıranlarla iyi ilişkiler korunacaktı.
Ali Paşa bu kurallara sıkı sıkıya uyar ve adamlarına da üzerlerinde taşıdıkları veya giydikleri ve Çerkezlerin ilgisini çekecek her türlü eşyayı hemen vermeleri ve yanlarına da köylerde dağıtmak üzere cep aynası, tarak gibi eşyalardan bol miktarda almaları emrini verir.
Seferin vakanüvisi olan Haşim Efendi’ye inanmak gerekirse, sefer, en azından Ali Paşa’nın komutasındayken, başarıyla sonuçlanmıştır; gerçekten de Çerkezlerin yığınsal bir şekilde Müslüman- laştırılmalarının ve Rus ordularına şiddetle karşı koymalarının bu tarihte başladığı söylenebilir. Ali Paşa ayrıca, eski Ceneviz kolonisi Napa’nın yerine Anapa kalesini yaptırtmış, böylece Kerç kıstağının hemen güneyinde müstahkem bir mevki kurdurt- muştur. Ama bu göreve fazla dayanamayan Ali Paşa 1785 yazında ölmüştür. Onun yerine atananlar bu tatsız işten kurtulmaya çalışmışlar, hatta kimileri görev yerine gitmeyi dahi reddetmiştir. Nihayet 1787’de patlayan bir sonraki Tüık-Rus savaşı sırasında Soğucak ve Anapa 1791’de Ruslar tarafından alınmış, Çerkezler yetmiş beş yıl daha çarın ordularına karşı savaşmak zorunda kalmışlardır.
Çokça roman unsuru içermekle birlikte, Ferah Ali Paşa seferinin hikâyesi hiç de fıkra benzeri bir şey değildir, çünkü Çerkezlerin ve öteki kuzeybatı Kafkas halklarının Rus ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki büyük jeopolitik oyuna çekilmelerinin başlangıcını oluşturur. Daha Heıodotos tarafından buranın yerlisi diye bahsedilen bu halklar, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar burada oturmuşlar, daha sonra Ruslaıa karşı direnmelerinin başarısızlığa uğraması üzerine büyük ölçüde Anadolu’ya göçmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Kafkaslarla Türkiye arasındaki ilişkilerin 18. yüzyılın sonunda cereyan etmiş olan olayların etrafında oluştuğu söylenebilir.
KAFKASLARIN OSMANLILAR TARAFINDAN İLK FETHİ
Osmanlılar İstanbul’un alınmasından itibaren Kafkaslar’a, Karadeniz üzerinden, o sıralarda Doğu Karadeniz kıyılarındaki kolonileri sayesinde Rusya’dan geçen ticaret yollarını ellerinde tutan Cenevizlilerle süregelen rekabetleri çerçevesinde ilgi gösterdiler. Bu bağlamda Osmanlı filosunun 1454’te Abhazya’daki Suhumi’yi işgal edip hemen güneyde yer alan Gürcü Mingrelya krallığına muğlak bir pıotektoıa dayattığı sanılmaktadır. Ancak 1474’te Kefe’nin işgal edilip Kırım Hanlığının pro- tektora altına alınmasıyla Karadeniz’de Ceneviz varlığının kökü kazınmış ve kilidi İstanbul Boğazı olan bu sularda üç yüzyıl boyunca OsmanlIlardan başka kimsenin varlığı söz konusu olmamıştır. Böylece, Kırım hanlarının Cengiz’in tomnlaıı olmaları nedeniyle doğudaki Müslüman olmuş Dağıstan’dan batıdaki animist Çerkezlere kadar uzanan halklara dayattıkları adı var kendi yok süzerenliğin de Osmanlılara geçtiği kabul edilmiş, onlar da bu süzeıenliği kimse tartışma konusu yapmadığı müddetçe bu adı var kendi yok durumla yetinmişlerdir.
Kaldı ki, kendi içersinde oturmuş hiyerarşiye sahip bir toplum şeklinde yaşamayan, bir üst ambargoyu sürekli deliyor, bu çok makbul ürünleri verip karşılığında bu kıyılarda otu-ranlar için çok değerli şeyler olan tüfek ve barutu alıyorlardı.Buna karşılık Osmanlıların karadan ilerlemesi çok daha uzun, rastlantılara bağlı ve acılı olmuştur. Genel olarak OsmanlIları başka Müslüman devletlere ait olan Yakındoğu’daki topraklardan ziyade Balkanlardaki gayrimüslim toprakları çekmiştir. Dolayısıyla Kafkaslaı’ın kapısını açan Anadolu’daki ilk fetih, kuralı doğrulayan istisna olmuştur, çünkü burada söz konusu olan Trabzon Rum İmparatoı- luğu’nun I46l’de ilhakıdır. Trabzon Rum imparatorluğu bütün Bizans’tan ayakta kal-mayı başarmış tek kalıntıydı; bunu bugünkü İran’ın tümünü ve Türkiye’nin doğusunu ve Transkafkasya’yı kapsayan Türkmenlerin Akkoyıınlu hükümdarlığına dayanarak sağlamıştı. Trabzon’un alınması OsmanlIları kuzeydoğuda bugünkü Batum ve Kobııleti şehirleri arasındaki kıyıda bulunan Gürcü Guriya prensliğiyle ve güneydoğuda yine Gürcü olan, bugünkü Türkiye’nin kuzeydoğu kısmının hinterlandında kalan Atabekler (Sa-ata- bago) beyliğiyle temasa soktu. Osmanlılar ayrıca Akkoyunluların baş hasını oldular;
1473’te Akkoyunlulaı ı yenmelerine rağmen sınırlarında doğuya doğru önemli bir kayma
netimi kabul etme âdeti olmayan, para dolaşımın- olmadı, bunun için 16. yüzyılın dönüm noktasında dan ve entansif tarımdan haberi olmayan halkla- Akkoyıınluların yükselmekte olan Safeviler tarafın-ım yaşadığı bu toprakları Doğu Karadeniz kıyıladan ortadan kaldırılmasını beklemek gerekti, ıından başlayarak sahiden işgal etmek faydadan Politik ve Şii renkleri taşıması nedeniyle ideolo- ziyade dert getirmek tehlikesini de içeriyordu; jik bir girişim olan Safevi İmparatorluğu’nun ortaya hatta bölgenin ana ürünü olan erkek ve kadın çıkmasıyla birlikte Osmanlılar ile İran arasındaki kölelerin sağlanmasına halel de getirebilirdi, çiin- mücadele -bu Kafkaslar’da cereyan edecek olan tekil bölge halkları Osıuanlı tebaası ve hiç kuşku- mel karşıtlıklardan biridir- de belirginleşti. Kafkas- suz Müslüman olacak, bu da alınıp satılmalarını lar güzel kadın kölelerin ve nadir av kuşlarının ol- imkânsız hale getirecekti. Osmanlıları ilgilendiren duğıı yabani bir yöre olmaktan çıkıp üzerinde je- tek şey Çerkezlerin ve Abhazalaıın hafif tekneleri opolitik oyunlar oynanan bir yer haline geldi, sayesinde Anadolu kıyılarında yapılan korsanlıktı. Osmanlılar Safevi devletinin Kafkaslar’ın güne- Dolayısıyla Osmanlı yönetimi bu halklara ateşli yine yerleşmek için harcadığı zamandan yararla- silah satımına ambargo koymak istiyor, ancak Sa- narak bugünkü Acar ülkesi topraklarını işgal edip raya Çerkez köle ve av kuşları -av kuşları Ming- Guriya’ya ve Gürcistan krallığının 15. yüzyılda ıelya’nın bir spesiyalitesiydi- sağlayanlar bile bu parçalanmasıyla ortaya çıkan üç prenslikten en
batıda yer alanı olan Kahetya (Açıkbaş) krallığına süzeren- liklerini kabul ettirerek Doğu Karadeniz kıyısındaki nüfuz alanlarını pekiştirdiler. Buna karşılık, Osmanlılarla Safevi- ler arasında 1514’te başlayan büyük mücadelenin sonunda Osmanlılar bütün Mezopotamya’yı aşıp Basra Körfezi’ne varmış olsalar bile, 1555 Amasya barışı sırasında Os- manlı İmparatorluğuyla İran ülkesi arasındaki Kafkas sınırı Türkiye’nin bugünkü doğu sınırından daha içeride bulunuyordu. Bu dönemde OsmanlIların Kafkaslar’a doğru kaydettikleri tek ilerleme Atabekler beyliğinden küçük miktarlarda toprak alınarak sağlandı. Atabekler sonunda Müslümanlığı kabul edip ülkelerini babadan oğula geçen bir sancak beyliği haline getirdiler.
Osmanlılar Kafkaslar’da ilk fetihlerine 1578’de, çıkış sebebi Rus etkeninin boy göste- ıneye başlamasına bağlı olan yeni Türk-lıan savaşı sırasında giriştiler. Korkunç İvan’ın 1552’de Kazan’ı ve 1557’de Astıahan’ı alarak Altınordu devletinin devamcısı olan iki devleti ortadan kaldırması ve böylece Rusların Hazar Denizinin kıyısına kadar inmeleri ile Hazar Denizinin doğusunda yer alan Tüık-Moğol ve Sünni devletleriyle batısında- kiler arasında bağlantı koptu ve batı-doğu doğrultusunda uzanan Türk-Özbek eksenine karşı kıızey-güney doğrultusunda uzanan bir Rus-lran ekseni oluşmaya başladı. 20 Ağustos 156i günü Korkunç İvan, Kabaıtay beyi Tem- riik’ün kızı Altıncan’la evlenip ismini Marya olarak değiştirdi. 15ö7’de Ruslar Sunca ırmağının kıyısında, gelecekte Gıozni’nin bulunacağı yerde bir kale inşa ettiler. Buna yanıt olarak Osmanlılar Don ile Volga’yı birbirine bağlayacak, böylece filolarının Astıahan’a kadar gitmesini ve doğunun kapılarını zorlamalarını sağlayacak dev bir inşa projesini yürürlüğe koydular. Moskova ile İstanbul arasındaki gizli pazarlıklardan sonra proje terk edildi ve bunun karşılığında Ruslar da Sunca’nın kıyısındaki kaleyi yıktılar.
Bu bağlamda, 1578’de Safeviler İran’ına karşı yapılan seferlerde, hem geçişe elverişli bir yer olan hem de Ruslarla hanlılar arasında tampon bölge oluşturabilecek Kafkaslar’ııı işgali amaçlanıyordu. Fetih üç aşamadan oluştu: Gürcü krallıklarının işgali, Azerbaycan’ın işgali ve Kafkaslaı’ın kuzeyindeki devlet ve aşiretlerin bağlanması. Bu üç operasyon çoğunlukla değişik, ama tek bir parametreyle, Kafkaslar’ın karmaşıklığıyla özetlenebilecek nedenlerden ötürü uzun sürdü, meşakkatli oldu ve kısa veya orta vadede başarısızlıkla sonuçlandı.
Hıristiyan, feodal ve tepkileri belirsiz eski Gürcü ülkesinin Osmanlı orduları tarafından ele geçirilmesi bütün bu nedenlerden ötürü kolay oldu, ama bu ülkeyi sürekli kontrol altında tutmak mümkün olmadı. Osmanlı ordusunun komutanı olan Lala Mustafa Paşa 28 Nisan 1578’de birlikleriyle İstanbul’dan ayrılıp 2 Temmuzda Erzurum yakınlarına geldi, burada değişik illerden gelen orduları birleştirdi ve ağustos başında bugünkü Gürcistan-Tüı- kiye sınırının yakınında bir yerden İran’a bağlı olan topraklara girdi. Ayın 9’unda Safevi ordusu yenildi, Atabekler’in son kaleleri olan Alııska ve Ahılkelek şehirleri alındı. İmeretya kralı teslim olduğunu bildirdi ve Osmanlı ordusu 24 Ağustos günü Kartlı krallığının başkentini işgal etti, kral kaçtı. Yoluna devam eden ordu 1 Eylül günü Kahetya krallığının sınırına vardı, buranın kralı Aleksandr teslim oldu; bu ülkeyi beş günde geçen ordu bugünkü Azerbaycan Cumhuriyetinin kuzeyinde bulunan Şirvan’a girdi. Safevi ordusunun ikinci bir kez yenilgiye uğramasından sonra, Derbent ile Bakû arasında yer alan eski Şirvanşahlar krallığının fethinin bittiği kanısına varıldı ve ordu buralarda işgal orduları ve garnizonları, yeni oluşturulan üç eyalet olan Çıldır (Atabekler ülkesi), Tiflis ve Şirvan’da sayım yapmakla görevlendirilmiş görevliler bırakarak kışı geçirmek üzere Erzurum’a döndü.
Ama kasımla birlikte Safevi orduları ve Gürcü prensleri geri döndüler ve uzun, belirsiz ve kanlı bir mücadele başladı. Azerbaycan’daki Türkmen boyları Şii’ydiler ve Safevilerin yanında yer aldılar. Bu durumda Osmanlı ordusu fetihlerini gittikçe daha güneye yöneltmek ve tarihsel Azerbaycan’ın tümünü Tebriz’e ve hatta daha ötesine kadar işgal etmek zorunda kaldı; böylece Safevileri 1590’da bir barış antlaşması imzalayarak Kafkaslar’ın tümünü Osmanlılar’a bırakmaya zorladı. Bu bağlamda Gürcü krallıkları Osmanlılara bağımlı durumda kaldılar, yerel prensler kendi topraklarının başında sancak beyi statüsünde oldular. Kafkaslar’ın kuzeyindeyse Osmanlılar yerel reislerin yolladığı bağlılık mektupları ve heyetleriyle yetinmek zo* nında kaldılar.
Oysa Kafkaslaı’ın kuzeyi Osmanlılar için iki misli önem taşımaktaydı. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda giden ve Taman’la Deıbent’i birbirine bağlayan yol buradan geçiyordu, Kırım hanı da bu yoldan yardım yollayabilirdi, ama Osmanlı orduları da bu yolu kullanarak geri çekilebilirlerdi. Aynı zamanda bu bölge Rusların güneye inişi karşısında bir ileri karakol oluşturuyordu. Ama sıra işin askeri yanma gelmeden, daha düşünsel bakımdan bile ellerinde tutamayacakları bu dünyanın karmaşıklığı karşısında çaresiz bir durumları vardı. Bu konuda Ruslar ve hanlılar için de du-nun aynıydı.
Nitekim Şirvan’a daha ilk yerleşmelerinde, değişik kaynaklardan varlıklarından haberdar oldukları kuzeyin çeşitli reislerine mektuplar yollayarak yardımlarını, aslında bağlılıklarını, istediler. Bu mektupların çoğu Dağıstan yöneticilerine yollanmıştı. Gerçekten de, 9. yüzyıldan itibaren Müslümanlaş- mış ve Sünni mezhebinden olan bu yöre onlara daha kendilerinden geliyordu. Böylece Kumıkların reisi Şamhal ve onun yardımcısı -ve çoğu zaman rakibi- Nim Şamhal (Türkler “Şamhaloğlu” diyorlardı), Kaytakların reisi Utsmi, Tabasaranların reisi Ma’sum ve Avarlaıın reisi Nutsal ile irtibat kuruldu. Dağıstan’ın dışında böyle bir irtibat sadece Kabar- tay reisleriyle kuruldu.
Osmanlıların yakınlarındaki -zira Derbent’i ellerinde tutuyorlardı- bu ülkeyi tanımadıkları, hükümdarların hiç kuşkusuz bilmedikleri isimlerinin yerine şamhal, utsmi, nutsal, ma’sum gibi sıfatları sistemli olarak kullanmalarından anlaşılmaktadır; zira Osmanlılar, çoğunlukla kulaklarına çalınan söylentilere dayanarak seçtikleri bir reisin bağlılığını -çoğu zaman sözlü olarak- bildirmesinin bütün “ulusunu” da peşinden getireceğini sanıyorlardı. O zamanlar Rusların da yaptıkları bu hata, yani Kafkas- lar’ın kuzeyindeki karmaşık ama hiyerarşik düzeni sınırlı yapılardan habersiz olmak, sürekli hayal kırıklığına uğramaktan başka bir şeye yol açamazdı.
Bununla birlikte, çevrede Osmanlıların varlığı orduyla birlikte, çoğu zaman kâtip olarak gelmiş olan Türk okumuşlarının bir dizi anlatı kaleme almalarına yol açtı. Bugün bu anlatılardan hepsi de yazma halinde olan on kadarını bilmekteyiz. Bu yazarlardan, 1584’te Osmanlı ordusuyla birlikte Derbent-Taman yolunu kat eden Âşıkî Mehmed Çelebi hiç kuşkusuz bu bölge hakkında bize birinci elden bir tanıklık bırakan ilk kimsedir.
Terek ırmağı aşıldıktan sonra birkaç gulam satın alması için yazar, bir Çerkez reisinin meskûn olduğu “Kabak” adı verilen köye paşa tarafından yollanır: “Çerkeş taifesinün âdâti: Bir kaıye halkı, bir karye halkının evlâdın sirkat idüp, tüccâra bey’ et- mekdür. Biz vardığumuz beldede, bizden evvel ra- kîk-i Çerkeş (âzâd edilmez köle ve cariye) iştirasına ımıntazır bir nice tüccar dahi var idi. Ol eyyamda (kış bastırmıştı) sirkat-ı Çerkesiyye (Çerkeş hır-sızlıkları) ‘adimü’-vuku’ olub; mevcûd olan mesrû- kalar cevâıî (cariyeler) olub, gılman olmayup; üç gün bu varduğumuz beldede intizâr etdük.” Üç gün bekledikten sonra eli boş dönmek zorunda kalan yazar köyü gözlemleme fırsatı bulmuştur: “Bu varduğumuz beldenün vasatında, bir arsa-i azî- me vardur; ve bu belde halkınım dûr ü büyûtu (kapıları ve evleri) bu meydânun etrâfındadur. Ve Aız-ı Çeıkes, ekseri neyistân (kamışlık-sazlık) ve bişezâr (ormanlık)dur. Ve âb-i fırâvânı vardur. Ve Arz-ı Çerkes’de gendüm (buğday) hâsıl olmaz; ‘alef ve erzeni (dansı) fiıâvândur. Ve me’kûlleri, akda- rı’dur: âb ile âteşde kaynadub, nân yerine eki ederler. Ve bu güne tabh edilen erzene pasta derler [Trabzonlu Âşıkî Mehmed Çelebi’nin Menâzirü’l- avâlim’inden nakleden Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlılar’ın Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590), Ankara, 1976, s. 77-78],
(Çev. İrvem Keskinoğlu)