Karalahana, Turkey's Black Sea region culture, history and travel guide

Sürmene ve Beşköy’de 1929 ve 1998 Sel Felaketleri

Sürmene ve Beşköy'de 1929 ve 1998 Sel Felaketleri

MESAT DERESİNDEKİ 1929 ve 1998 afetleri
Beşköy’ün içinden geçip Manahos’a akan küçük dere Mesat, geçtiğimiz yüzyılda iki büyük felakette başrolü oynadı. 1929’daki ilk afeti yaşayanlar, dere yatağına ev yapmakta olanları uyardılar: “Evi yapın ama büyük yağmurlarda evde durmayın, yukarılara kaçın…

Karadeniz bölgesinin adeta kaderi olmuştur sel ve heyelanlar. Bölgede öteden beri devam eden tedbirsiz yapılaşma, yaşanılmış sel ve heyelanlardan ders çıkarılmaması yöreyi birçok kez felaketlerle yüz yüze bırakmıştır. Selle yıkılan evini, yine aynı yere yapar yöre insanı. Sanki sırasını savmıştır ve bir daha sel gelmeyecektir yaşadığı yere. Böyle olmadığını bilse de kaderine razı bir anlayış ve alışkanlıkla -biraz da çaresizlikten taşkın derenin kaplayacağı alanı düşünmeden dere yatağına kurar evini. Ve her sağanakta dualar okur. Aslında bilmektedir ki, bugün değilse bile, yarın mutlaka büyük bir afet olup, evini alıp götürecek…
Beşköy beldesi de, Doğu Karadeniz’in birçok yerleşim yeri gibi engebeli bir arazide kurulmuştur. Yerleşim alanlarının çoğunluğu ya eski heyelan kütlelerin oluşturduğu düz sayılabilecek alanlardadır ya da yamaç molozlarının birikmesi ile oluşmuş az eğimli arazilerde…
Merkez ise Manahos deresinin yatağın- dadır. Böylelikle yöre, sel ve heyelan tehlikesine her zaman açık durumdadır.
Son yüzyıldaki ilk büyük sel felaketi yetmiş yedi yıl önce meydana gelen, Sürmene-Of-Çaykara’yı etkileyen ve yörede 150’ye yakın kişinin ölümüne, bin-lerce insanın evsiz kalmasına neden olan 1929 afetidir. 12 Temmuz 1929 sabahı yörede ne doğru dürüst bir yol kalmış, ne de ekili arazi… Köprüler, evler, değirmenler sel sularına kapılıp gitmişti. Yöreyi iyi tanıyan Sürmene eski Kaymakamı Sadullah Koloğlu (Arap Kaymakam),
Kadınhan’dan derhal Of’a atanmış, yaraları bir an önce sarması için görevlendirilmişti. Tüm dünyanın ekonomik bir buhranla mücadele ettiği 1929 yılının genç Türkiye’si, yörede yaşanan acı olayın üstesinden gelebilecek maddi olanaklara sahip olmasa da, Arap Kaymakam’ı yöreye göndermekle isabetli bir karar vermişti: Genç Cumhuriyet’in idealist kaymakamı Sadullah Koloğlu kış bastırmadan olağanüstü bir gayretle çalışmış, halkın da yardımlarıyla elden geldiğince her şeyi normale döndürmüştü. Bu sel felaketi Sürmene’de de 12 kişinin ölümüne
sebebiyet vermiş, 328 bina, 18 köprü, 8733 dönümlük fındıklık ve tarım alanı sel sularıyla tahrip olmuştu.
Bu afetten hiçbir ders çıkarılmadan, bilinçsiz yapılaşma sürdü bölgede. Evler ve yollar bile bile dere yataklarına yapıldı. Bir sonraki felaket beklenmeye başlandı.
1929 yılındaki afet Beşköy’ü de etkilemiş, Manahos’a akan küçük dere Mesat kabararak, koca kayaları yukarıdan aşağıya taşımış, dere yatağındaki bina ve değirmenleri alıp götürmüştü. Doğanın acımasızlaştığı bu korkunç günün tanık-larından biri de o zamanlar on iki yaşlarında olan Behiye Görmüş idi.
“Çook boyuk sel olmişti o zamanlar. Üç gün yağdi yağmur. Evlerden hep içeri verdi. Ateş yakamazsun, yapıp yiyemezsin. Yağmur.. yağmur… yağmur… Biraz patatis alınacak dağlardan.. Ha buradan yukarıya gideyiruk, üstünden aşağıya bir gürulti. Koca koca taşlar bize vurmadan ha böyle geçtiler. Bir kiz var idi, Kazim’un kizi.. Tarladan patatis alacak, pişirup yiyeceğuk. Geldi sel aidi onu, hau aşağıda bir bacağını buldiler. Bir şey kalmadı buralarda. Çok adam yokti buralarda, bir tek o kız ölmüşti. Herkes kaçti, millet toplandı medreseye, karılar, çocuklar… Evleri yıkti gitti. Mezireyi aldı gitti. Bizim evler o kadar yok. O zaman dükkânlar yok idi. Değirmenumuz yıkıldı. Hacı Hasan’ın dükkânı vardi, o dükkân gitti. Yukarıda doldu su, oldu deniz. Kaçacağuk yaylalara. Baktık bir gürulti. Baktık ki dükkân ha böyle suyla döne
döne gidiy…”
Selden sonra kimi Beşköylüler felaketi, yerden çıkan büyük bir azdehaya (ejderha) bağlarlar. O kocaman kayaları atıp fırlatan, Mesat deresini taşıran azdehadır.
Sonraları azdeha söylentisi unutulsa da Mesat deresi bir tehdit olarak hep kaldı. Ama yine de kaderine razı bir anlayış veya unutkanlıkla, derenin tehdit ettiği bölgeye ve Manahos deresi yatağına evler, dükkânlar kurulmaya başlandı. Ama 1929 afetini yaşayanlar, buralara ev yapanları uyardılar sık sık. “Evi yapın ama büyük yağmurlarda evde durmayın, yukarılara kaçın”
 dediler.
1993 yılında Konuklu, Yılmazlar, Dağardı, Emirgan ve Doğanlı köyleri birleştirilerek Beşköy beldesi oluşturulmuş, belediye olmanın avantajıyla kalkınma hayalleri kurulmaya başlanmıştı. Beşköy’ün, sadece beş yıl sonra akıllardan çıkmayacak bir kâbus ile karşı karşıya kalacağını ve beldenin haritadan silineceğini kimse aklına getirmemişti. Oysa azdeha hala Mesat deresinde yatıyordu! Ve felaket, 1929 afetinden çok daha büyük olacak, imar denetimsizliği ve yöre insanının kaderci yaklaşımı pahalıya patlayacaktı…
7 Ağustos 1998 günü saat 17’lerde başlayıp gece 03’e kadar devam eden şiddetli yağış Mesat deresindeki azdehayı yine uyandırmış, sel suları 47 kişinin ölümüne neden olmuştu.
Beşköy, ayakta kalan birkaç bina dışında yok olup gitmişti. Ölülerin birçoğuna ulaşılamadı bile.
1929’dan 69 yıl sonra gelen bu büyük felaketin de yeterince ders olmadığını, dere yatağında inşasına devam etmekte olan yeni binaları görünce söylemek mümkün. 1998’i yaşayanlar da, tıpkı 1929’u yaşayanlar gibi, bu binaları yapanları uyarıyorlardır belki de: “Evi yapın ama büyük yağmurlarda evde durmayın, yukarılara kaçın”
Mesat deresinde yatan azdeha elbette yeniden uyanacak yatağından.
Umarız ki, o felaket günü
yeniden geldiğinde, azdeha yıkacağı bir ev bulamaz karşısında. Ama olaylardan ders almasını
bilmeyen, günü kurtarma telaşında olan bir anlayış egemen olduğu sürece bu pek olası da gözükmüyor.

BEŞKOY SEL FELAKETİ NASIL OLDU?

7 Ağustos 1998 günü saat 17’lerde şiddetlenen ve aralıksız olarak süren etkili sağnak Manahos’a akan Mesat deresi vadisindeki heyelan kütlelerini hareket ettirmeye başlar. Gittikçe artan su hacmi vadi
yamaçlarındaki toprak akmaları ile birleşerek bulamaç haline gelir ve şiddetli bir hızla vadi boyunca akar. Sürüklenen toprak, kum, çakıl ve büyük kayalar ilerleyen saatlerde vadide bir set oluşturur ve barajlanma meydana gelir.
Yağmurun durmayışı, toprak akmalarının devam etmesiyle büyüyen ve şiddetlenen sel suları, en sonunda birikmiş malzemeyi patlatır ve büyük bir şiddetle sürükleyip Mesat ve Manahos’un birleştiği alana kurulu olan Beşköy Beldesini basar. Şiddetli akış önüne çıkan binaları yıkarak Manahos deresinin karşısındaki yamaca çarpar, oradaki cami ve evleri de yıkar, sonra Köprübaşı’na doğru akışa geçer.
Felaketten önce Beşköy- Köprübaşı karayolu ile Manahos vadisi arasında bulunan 4-6 metrelik yükseklik farkı, sürüklenen malzeme ile dolmuştur.

1998 SEL FELAKETİNİN BİLÂNÇOSU

Beşköy:
47 vatandaş hayatını kaybetti. 62 konut, 63 işyeri, Belediye garajı, İlköğretim Okulu, değirmen, cami ve cami lojmanı tamamen yıkıldı.
Köprübaşı:
1 ev, 1 işyeri ve içmesuyu şebekesi tamamen yıkıldı. 13 işyeri orta derecede hasara uğradı. DSİ tarafından yapılan taşkın koruma settinin 250 metrelik bölümü tahrip oldu.
Sürmene:
152 işyeri, 14 ev, 1 apartman, 5 sanayi tesisi orta derecede hasar gördü. 60 dekar tarım arazisi ve Manahos deresindeki 200 metrelik taşkın koruma setinde hasar meydana geldi. Sürmene-Köprübaşı-Beşköy karayolunun %70’i tahrip oldu. 

MESAT’IN AÇTIĞI MEZAR

Hacer Kol

Elektriklerin kesilmesiyle herkes endişelenmeye başladı. Ateşin gölgesi duvara yansıyordu. Yanan odunların çıtırtısı net duyulmuyordu, çünkü sac çatıya vuran damlalar, harp meydanındaki kurşunlardan farksızdı. Evin kenarındaki tenekeler ise, bir bando takımının trompetini andırıyordu.

Yağmur yağıyordu. Serin ve rüzgârlı bir gündü. Herkes çoktan kalkmıştı. Köy yerinde öyle geç saatlere kadar yatılmazdı. Erken kalkan işini daha çabuk aşırırdı. Yemekler çoktan yenilmişti. Ev halkı günlük işleriyle meşguldü. Kimi bulaşık yıkıyor, kimi eve odun taşıyordu. Hafif ama aralıksız yağan yağmur, öğlen saatlerine doğru durmuştu. Cuma namazı-na gitmek için hazırlananlar içten içe sevinmişti. Dumanlı havanın yerini berrak, masmavi bir gökyüzü almıştı. Bu durum çoğu kez farklı iklim ve coğrafyadan gelen insanlar için çok hayret vericidir ama onlar için gayet doğaldı. Ruh halleri onunla şekillenmişti sanki. Çok mutlu bir anlarında aniden parlayabilir, ya da çok üzgün oldukları bir anda dertleri bir kenara bırakıp horon oynayabilirlerdi.
İşte bir anda güneş tüm heybetiyle kocaman ve mağrur bir şekilde dağların arkasından gösteriş yapıyordu. Toprak yağmur damlalarından bitkin. Sırılsıklam. Şurdan şuraya adımını atamayacak bir hasta gibi. Beliren güneş ise imdadına koşan bir doktor… Ne kadar daha
dayanabilir kim bilir?
Köy halkı camiye doğru yola koyuldu. Kiminin aklında bağı bahçesi, kimi nişan-lısını düşünüyor, kimi yeni doğacak çocuğunu… Günlük sıkıntılar, günlük sevinçler, gelecek kaygıları… Her şeye rağ-men güzeldi yaşamak, nefes alabilmek. Bir masal gibiydi hayat ve herkes kendi masalının kahramanıydı. Altmış yaşındaki insan bile yaşama sevinciyle dolu. Hayatta aldığı her nefesin kıymetini gençlerden çok daha iyi biliyor. Çünkü her an ölüm kaygısıyla yaşamak, insana diğer kaygıları unutturuyordu.
Cuma namazı dağıldıktan sonra, kimi doğruca eve döndü, kimi nahiyeye indi. Bugün Köprübaşı’nın pazarıydı.
Kalabalık yağan şiddetli yağmura aldırmıyordu pek. Hepsi bir an önce eksik-lerini tamamlama derdindeydiler. Sergiciler ise daha zor durumdaydı. Sergideki malları muhafaza edebilmek için, her türlü imkânı kullanıyorlardı. Aman ıslanmasın derken bir yandan da ‘gel vatandaş gel’ diye bağırıyorlardı. Minibüs şoförleri ise, memnundu. Haftanın en kârlı günü. Herkes dışarıda, herkes eve dönecek.

Yağmur yağıyordu. Duraklardan kalkan her bir araba, farklı bir köye doğru yol alıyor: Beşköy, Büyükdoğanlı, Konuklu,
Yılmazlar, Küçükdoğanlı,
Dağardı, Emirgan… Araba yol alırken, kimi akşama ne yemek yapacağını düşünüyor, kimi yeni aldığı elbisenin paketini sımsıkı tutuyordu.
Eve vardıklarında yağmur iyice şiddetlenmişti. Evi yakında olanlar şanslıydı ama 10- 15 dakika yürümek zorunda kalanlar için durum zordu. Yağmur iliklerine kadar işlemişti. Burunlarının uçları kızarmıştı. Nefes aldıklarında dumanlar çıkıyordu. Çocuklar ise bunu bir oyun olarak görüyor, bu dumanın çıkışına hayret ediyorlardı. Islanan elbiseleri, çamurlanan paçaları umurlarında değildi. Hayat böyle daha güzeldi onlar için.
Eve girdiklerinde bir an önce elbiselerinden kurtulup, sobayı tutuşturdu-lar. Her bacadan duman yükseliyordu. Eller sobanın üstünde ısıtılıyordu. Birazdan sıcaklık odanın her yanına yayılmıştı. Güvendeydiler artık!
Yağmur yağıyordu.
Yemeklerin tamamen ısınmalarını bile bekleyemeyen mideler sofraya üşüştü. Kaşık sesleri dışında hiç ses yoktu. Herkes bir günü daha kazasız belasız atlatmış olmanın rahatlığıyla kalkıyordu sofradan.
Yaşlı kadın hariç herkes meşgul olacak bir şey bulmuştu. Yaşlı kadın ise, pencerenin kenarındaki sandalyesine oturmuş öylece duruyordu. Uzaktan bakanlar dudaklarının kımıldadığını kolaylıkla fark edebiliyordu. Kaşları çatık, hırçın damlaların cama vuruşunu seyrediyordu. Birden buruşuk elinin üzerinde bir damla hissetti. Başını kaldırdığında çatının aktığını gördü. Endişeli gözlerle oğluna baktı, içinden bir ses kötü şeyler olacağını söylüyordu.
Elektriklerin kesilmesiyle herkes endişelenmeye başladı. Ateşin gölgesi duvara yansıyordu. Yanan odunların çıtırtısı net duyulmuyordu, çünkü sac çatıya vuran damlalar, harp meydanındaki kurşunlardan farksızdı. Evin kenarındaki tenekeler ise, bir bando takımının trompe-tini andırıyordu. Bu seslerin arasından belediyenin yaptığı anonsu güçlükle ayırt edebildiler. Anons, kasabayı boşalt-malarını, yukarılardaki evlere gitmelerini söylüyordu. Evlerini boşaltmayanların jandarma zoruyla çıkarılacaklarını ekliyor-du. Bu son cümleye adam güldü. Jandarmanın bunu nasıl yapacağını düşünürken yaşlı annesinin çıkmak için torunlarını hazırladığını gördü. Adam bir şey demedi, yaşlı annesini iyi tanırdı, bir şeye karar verdi mi, onu bu kararından döndürmenin imkânı olamazdı. Hem annesinin sezilerine ve tecrübesine güvenirdi, onun bu tedirginliği onu da ürkütmeye yetmişti. Dışarıdan ardı ardına tekrar edilen anonsları duydukça tedirginliği arttı.
Dışarıya çıktıklarında sokağın küçük bir dereye dönüştüğünü gördüler; gök gürültüsü ve yağmur, Manahos’un korkunç gürültüsü ile birleşerek kasabanın üzerine çökmüştü. Azgın Manahos’un salladığı köprüden karşıya doğru bir grup kasabalının geçtiğini gördüler. Adam onların camiye doğru gitmekte olduklarını anladı. Cami derenin üstündeydi. Manahos sularının oraya ulaşmasının imkânı yok diye düşündü adam, cami oldukça güvenli gözüküyordu. Bastonuna dayana dayana, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikte elindeki fenerle en önde yürüyen yaşlı annesinin de camiye doğru yöneleceğini düşünüyordu. Ama yaşlı kadın caminin ters tarafından yukarıya doğru çıkan patikaya sapmıştı. “Manahos’un o kadar büyüyeceğini mi düşünüyor” diye aklından geçirdi adam. Onun bu korkusunu yersiz bulsa da bir şey demedi. Çocuklarının daha fazla ıslanmaması için bir an önce kapalı bir yere gitmek isteyen karısı ise kaynanasının bu kararından pek hoşnut olmamıştı. Yaşlı kadın, onların aklından geçenleri sezmiş gibi geriye dönüp: “Mesat” dedi.
Adam ve kadın birbirlerine baktılar, bu yaşlı kadın küçücük ırmak Mesat’tan mı korkuyordu. Ama onun öyle bir “Mesat” deyişi vardı ki; sanki yaşadığı, çok iyi bildiği bir olay yeniden gerçekleşecek gibiydi. Kimse itiraz etmeden, patikadan yollarına devam .ettiler.
Birden yer sarsılmaya başladı, korkunç bir uğultu sardı ortalığı. Bu uğul-tuyu ikinci kez işitiyordu. Ortalığı çocuk-luğunda kalan bir koku sardı, dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti, bastonu onu ayakta tutmaya yetmiyordu.
On yaşında bir çocukken Mesat’ı yine böyle görmüştü. Onun yamaçlardan kopan tonlarca ağırlıktaki kayaları büyük bir gürültüyle götürdüğüne gözleriyle şahit olmuş, kıyısında oyunlar oynadığı o masum dereciğin bu denli değişmesi onu dehşete düşürmüştü. Şimdi olduğu gibi evlerinden çıkıp yukarılara doğru kaçmışlar, evlerinin sel sularıyla akıp gitmesini tepeden çaresiz gözlerle izlemişlerdi. Sadece kendi evleri değil, meziredeki tüm evleri, değirmenleri yerinden söküp götürmüştü.
Dizlerinin üstüne çöktü, gözlerini Mesat’ın aktığı yere doğru çevirdi. Aldığı her soluk ciğerlerini bir bıçak gibi kesiyor, altmış dokuz yıl öncesinde kalan bir görüntünün ortasında acı içinde kıvranıyordu

Exit mobile version